Bir Ridley Scott filmi. Ridley Scott Kingdom Of Heaven'den sonra yine Ortadoğu'da. Bu kez elde kılıç Kutsal Topraklar'ı fethetmeye çalışan Haçlılar yerine teknolojik oyuncakları ile "terörist" peşinde koşan CIA var hikayenin temelinde. Benim için sevindirici olan bu sefer Orlando Bloom denen ağzına ağzına vurulası, dinlene dinlene dövülesi tipleme yerine bir başka eli yüzü düzgün (eli yüzü düzgün ne, herif Adonis gibi) oyuncu Leonardo Di Caprio ve gladyatör Russel Crowe var başrollerde.
Russel Crowe için çok bir şey söylemeye gerek yok kuşkusuz. Ama Di Caprio, Gilbert Ne Yiyor? 'dan (What's Eating Gilbert Grape) bu yana gösterdiği harika oyunculuğu bu filmde bir kez daha sergilemiş. Di Caprio'nın Ortadoğu'da fink atan bir CIA ajanı için fazla batılı görünümlü olduğu düşünülebilir ama Arabistanlı Lawrence diye bir adam var tarihte .
Filmin esas bombası Ürdün Gizli Servisi'nin lideri Hani rolünde karizmadan karizmaya koşan, kimilerinin Andy Garcia'ya kimilerinin Dimitar Berbatov'a benzettiği Mark Strong. Bir adam bir role bu kadar mı yakışır?
Bir yandan çişi gelen çocuğunu tuvalete götürürken bir yandan telefonla operasyon yönetecek kadar soğukkanlı, fazlasıyla Amerikalı ve iş yaptığı ülkenin yerelliğine yabancı Ed Hoffman'ın karşısında, dürüstlük ve kardeşlik vurgusu yapan yerel Hani var. Hani Paşa'nın yöntemlerinin Ed Hoffman'ı, tüm teknolojik üstünlüğüne karşın "bir toz bulutu" içinde yenmesi son derece politik bir tercih kanımca. Benzer şekilde Di Caprio'nun filmin başından beri peşinde olduğu El-Selim ile Kur'an üzerine yaptığı ve "metnin okuyanın bakış açısına göre anlam kazanacağı" temel fikirli "sohbet" Amerikan'ın; başında sarık olan herkesin mutlak kötü ve kendilerine demokrasi götürülmesi gereken ucubeler olduğu savına bir eleştiri niteliğinde kabul edilebilir.
Esasında söylenecek başka şeyler de var. Ama güzel, son derece sürükleyici bir film. Daha fazla anlatıp işin tadını kaçırmak istemiyorum. O yüzden izleyin derim sadece:) Başlık fotosu Hani ve Roger Ferris'ten.
4 yorum:
Romeo - Juliet, Titanic gibi zırvalarla zirve yapmış bir adamın, bunlardan önce What's Eating Gilbert Grape'deki, bunlardan sonra Departed'daki gibi kalite işlere imza atması garip.
insanın bu kadar güzel bir yüzü olunca o tarz filmlere yolunun düşmesi kaçınılmaz bence:)
"Halbuki Titanic, 35 oscar, 48 altın küre, 72 kristal kestane almış bir filmdir" diyerek, kendi Eren açığımızı kendimiz kapatalım.
Dvdrip'i çıksa da izlesek.
Abi, bir de yorumlardan şu kelime doğrulama olayını kaldırsan, devlet dairesi gibi oluyor, strese giriyoruz.. Vallahi abuk bir şey yazdığımda "ben yazmadım, kedi yazdı" diye savunmayacağım kendimi.
Yorum Gönder