Omuzlarıma kadar düşen saçlarıma önce makas, sonra ustura yardımı ile girişirken fonda Amerikan filmlerine özgü sert bir müziğin, adeta bir doğa olayı gibi kendiliğinden yükseleceğini hayal etmiştim. Oysa istediğim şarkıyı arayıp bulan, sonra play tuşuna basan bendim. İnsan hayallerini gerçekleştirmek için çabalamalı. Yılbaşında suni kar yağdırmaya çalışan yazlık belde belediyesi işgüzarlığındaki bu tercihin Amerikan filmlerinde görmeye alıştığımız bir başka etkiyi ortaya çıkarması gerekirdi belki ama çıkarmadı . Saçlarım omuzlarıma bu kez tel tel dökülürken eskisine göre daha kararlı, hayatı anlamış ya da daha sert bir tip değildim. Tıraşlı kafamdan geriye kalan, çocukken alınan bir kaç çizikten ibaretti. Hayatımın dönüm noktası olacağını düşündüğüm o anda aslında, hiçbir şey olmamıştı.
Bir seferinde, bu kez traşlı kafamı kazırken kulağımı kestim. O anda aniden Van Gogh'a dönüşmenin planlarını yapmamıştım ama bir anlığına, sadece bir anlığına kendimi Van Gogh'la ayçiçeklerini boyarken gördüm. Kulağım mı? Çok acıdı. Onun dışında hiç birşey olmadı.
Birkaç kez ney dinlemeye meylettim. Nasıl Allah insana ruh üfleyip ona can verdiyse belki neyzen de bana ruh üfleyip başka bir can verir diye ümit etmiştim. Kalbimin çarpıntılarına bakılırsa başarılı da oluyordu neredeyse. Ama sonra bar ortamlarında "ben ney dinliyorum hocam" diyen bir ergen irisine dönüşmeyi tercih ettim. Başka hiçbir şey olmadı.
Çok canım sıkıldığında Ataol Behramoğlu'nun bir şiirini hatırlayıp mutlu olmaya çalıştım. Başardım da, mutlu olmayı... Şiiri hatırlayamadım. Caddeden liseli kızların geçtiğine dair bir şiir olmalıydı, sinemada yeni bir film vardı sanki, bilemedim.
Şuramda bir "ben" vardı, onu aldırmaya gittim. Ben kelimesinin eşanlam denizinden yola çıkıp doktorun soyadının benimkiyle aynı olması limanında durakladım. Halbuki raslantısal olarak ötekinin hikayesine çok yaklaşmıştım. Sonra olmadı birşey.
Yazdıklarımı Barış'a okuttum. Bir şey anlamadı, biliyorum. Ama yüzüme hayran gözlerle bakıp "nasıl boşalmışsındır kimbilir" demeyi ihmal etmedi. "Evet" dedim, "boşaldım". Aslında hiçbir şe y olmamıştı. Yine.
Bir seferinde, bu kez traşlı kafamı kazırken kulağımı kestim. O anda aniden Van Gogh'a dönüşmenin planlarını yapmamıştım ama bir anlığına, sadece bir anlığına kendimi Van Gogh'la ayçiçeklerini boyarken gördüm. Kulağım mı? Çok acıdı. Onun dışında hiç birşey olmadı.
Birkaç kez ney dinlemeye meylettim. Nasıl Allah insana ruh üfleyip ona can verdiyse belki neyzen de bana ruh üfleyip başka bir can verir diye ümit etmiştim. Kalbimin çarpıntılarına bakılırsa başarılı da oluyordu neredeyse. Ama sonra bar ortamlarında "ben ney dinliyorum hocam" diyen bir ergen irisine dönüşmeyi tercih ettim. Başka hiçbir şey olmadı.
Çok canım sıkıldığında Ataol Behramoğlu'nun bir şiirini hatırlayıp mutlu olmaya çalıştım. Başardım da, mutlu olmayı... Şiiri hatırlayamadım. Caddeden liseli kızların geçtiğine dair bir şiir olmalıydı, sinemada yeni bir film vardı sanki, bilemedim.
Şuramda bir "ben" vardı, onu aldırmaya gittim. Ben kelimesinin eşanlam denizinden yola çıkıp doktorun soyadının benimkiyle aynı olması limanında durakladım. Halbuki raslantısal olarak ötekinin hikayesine çok yaklaşmıştım. Sonra olmadı birşey.
Yazdıklarımı Barış'a okuttum. Bir şey anlamadı, biliyorum. Ama yüzüme hayran gözlerle bakıp "nasıl boşalmışsındır kimbilir" demeyi ihmal etmedi. "Evet" dedim, "boşaldım". Aslında hiçbir şe y olmamıştı. Yine.
1 yorum:
sanki bişeyler olacak gibi .seziyorum.
Yorum Gönder