17 Aralık 2010 Cuma

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ...

Yazdan kalma bir gündü. Güneşin ısıttığı, göl kıyısındaki parkta terkedilmiş gibi duran bir banka yerleşti usulca. Elindeki kitaba baktı tereddütle, geri kalan birkaç sayfayı şimdi mi okumalı, tadını çıkarmak üzere sonraya mı bırakmalı? Her zamanki oburluğuyla şimdi burada, şu göl kıyısında, Leyla'ya ait Boğaz'ı hayal ederek okumanın en doğru seçim olduğuna karar verdi. Su kenarında başlayan hikaye su kenarında bitmeliydi. Leyla'ya yakışır şekilde...

Kitap bittiğinde gözlerinden iki damla yaş süzülmesine engel olamadı. Engel olmak bir yana az önce yanına oturan aylak olmasa belki hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Çalan telefon, onun hayal dünyası için üflenen İsrafil'in borusuydu. Neredeydi? Orada burada, şuradaki pamuk yastığa benzeyen bulutta, az ötede eşelenen su kuşunun kanadında. Heyhat, görev çağırıyordu.

Ayaklarını sürükleye sürükleye Leyla'nın Evi'nden çıkıp her ilçede bir tane bulunan adaletin evine doğru yürüdü. Bu kadar çok evi olunca adaleti evde bulmanın zor olduğunu biliyordu. Yine de duruşma listesine hızlıca bir göz atıp belki bu kez buluşuruz ümidiyle aramaya başladı. Adalet ile olan buluşmasına daha birkaç dosya vardı. Göl kıyısında olduğu gibi güneşli değildi ama burada da banklar vardı. Birine oturup büyük buluşma için beklemeye başladı. O sırada mübaşir yılların alışkanlığı ve nezle görmemiiş sesiyle kapıya çıkıp adaletin söz verip verip beklettiği diğer taliplerine seslendi: Davacı falancaaa, davalı filancaaa

Falanca ile filanca süklüm püklüm geldiler, ellerinde nüfus kağıtları, kalplerinde ilk kez hakim karşısına çıkmanın tedirginliği...Uzattılar nüfus kağıtlarını işbilir katibe, katip yazdı tek tek: Anasının adı, babasının adı.Katibin sorgusu suali bitince hakim aldı sazı eline: "Davacı falanca, davalı filanca ile 17.08.2009'da evlenmişsiniz, mahkememize boşanma isteği ile başvurmuşsunuz, boşanmak istiyor musun?" Davacı filanca sanki 40 yıllık evli bir devlet memuru bıkkınlığıyla karısı filancaya bir kez bile bakmadan; "Evet hakim bey, boşanmak istiyorum, anlaşamıyoruz, sürekli kavga ediyoruz"

-Ya sen filanca, sen de boşanmak istiyor musun?
-"Evet, hakim bey, istiyorum" diye cevapladı soruyu filanca. O da en az emekli devlet memuru görünümündeki kocası kadar sıkılmıştı bu genç evlilikten. Halbuki kendileri de evliliklerinden çok yaşlı değillerdi. Belli ki filanca okuduğu lisenin en güzel kızlarından biriydi. Falanca da onu, arkadaşlarıyla birlikte okul çıkışlarında bekleyip babasının asker arkadaşı Ahmet Abi'nin kafesine götüren biricik aşkı. O kaçamak, heyecanlı buluşmalar ne olmuştu da yerini kesif bir bıkkınlığa bırakımıştır. Bu sorunun cevabını onlar bilmiyordu. Ama izleyici sıralarında oturup pür dikkat duruşmayı izleyen yakınlarının bir fikri olduğuna emindi. İnsanların tıpkı düğüne gider gibi boşanmaya da cümbür cemaat gitmelerine hala şaşırıyordu. Eltiler, görümceler, dayılar, amcaoğulları... Hepsi orada, her an adaletin tecellisine ya da eski hısım yeni hasımlarına müdahale etmeye hazır, yırtıcı kuşlar gibi bekliyorlardı sabırla.

Hakim bey, oturduğu koltuğa yavaşça sırtını dayayıp kararını yazdırmaya başladı. "Gereği düşünüldü:......."

Hakim bey, gereğini düşündü. Birilerinin bunu yapması gerekiyordu.

Ama falanca ile filancanın elinde Leyla'nın Evi olsaydı, onlar da manolyalar için gözlerinden birer damla yaş akıtsalardı her şey farklı olur muydu? Bunun gereğini kim düşünecekti? *

*Bu yazı Ekin Sanat Dergisi'nin Mart 2011 sayısında yayınlanmıştır

Hiç yorum yok: