27 Temmuz 2011 Çarşamba

SIKILDIM

aynanın karşısında durmuş burun deliklerimden vücudumu terk eden sigara dumanını izlerken, ruhumun uçarken kanadından vurulan bir kuş gibi yavaş yavaş, süzüle süzüle düşüşe geçtiğini hissettim. bunu hissettiren neydi tam olarak bilemiyorum. çalışma arkadaşımın adeta bir fil gibi yürümesi mi, yoksa bitmek tükenmek bilmeyen klavye sesleri mi? şu sorunun cevabını bulmak önemliydi aslında; insanın tatil ihtiyacı doruk noktasına çıktığı için mi iş dünyasının talepleri giderek saçma geliyordu, yoksa talepler zaten saçma olduğu için mi tatil ihtiyacı zirve yapıyordu? 100 ton buğdayı napacaktım? 100 ton buğdayı kaldırıp bir depoya koymak için kaç tane kıç yalamam gerekiyordu? imdaaaatttt diye bağırsam, yangın var diye çığlık atsam birileri 155'i arar mıydı, yoksa en yakın akıl hastanesinden yardım mı isterlerdi?

mutfaktan elime geçen cam bir bardağı kırıp ilk önüme gelenin gırtlağına saplasam bu benim kontrolü tamamen yitirdiğime mi delalettir yoksa bunun hayalini kuruyor olmak bende hala yaşam belirtisi olduğuna mı karinedir? o değil de yarın bir gün adli bir vakaya karışırsam bir önceki satırı okuyan habercinin mal bulmuş mağribi gibi atlayacağını, haber bültenlerinde gözlerini devire devire, "kaaatil blogunda işleyeceği cinayeti adeta ilan etmişti" diyeceğini artık hepimiz biliyoruz. neyse mevzu o değil...

insanın 8:30 ila 19:00 saatleri arasında aslında yaşamıyor oluşu, saatleri 19:01'i gösterdiği anda nefes alıp vermeye başlaması nasıl bir mucizeydi? bu hesaba göre bir gün 13,30 saat ediyordu. peki geri kalan 10,70 saati tahsil etmek için kime başvuracaktık? eğer ciddi ciddi istiyorsak hayatımızdan çalınan saatleri kimi dava etmeliydik?

son bir şey, o haberci var ya hani, müstakbel cinayetimin görgü tanığı, bütün içtenliğime kendisine kafamın girmesini dilerim.

Hiç yorum yok: