1 Temmuz 2011 Cuma

SALAKLIĞIN KISA TARİHİ

Ankara kendini Trabzon sanan şizofren bir ruh haline bürünmüş sürekli yağan yağmurdan yaz mevsimine sıra gelmez, cebimdeki para bitmeyen tüketim ihtiyacına karşı Son Mohikan gibi direnirken gri hücrelerim beni terk etmeye başlamıştı. Eskiden de üstün zekalı sayılmazdım ama evden çıkmadan anahtarı aldım mı acaba diye 842 defa kontrol etmezdim. Obsesyon ile zeka durgunluğu arasında serbest salınım halindeyken belki iyi gelir diye sabah poğaçalarına verdim kendimi. Evrim basamağının gerilerinde durduğum için yırtıcıların iştahının kesilmesini bekledim çaresiz. Sıra bana gelene kadar siparişimi içimden tekrar ettim ki poğaça satıcısının önünde dilim, küçük dilime dolanmasın: İki peynirli poğaça, iki peynirli poğaça. Nihayet sıra bana geldiğinde otomatiğe bağlamış şekilde döküldü ağzımdan sözcükler: iki peynirli .... Aha bu da parası.

Poğaçalarımı almış, iş yerinin yolunu tutarken gözüm elinde sıkı sıkı tuttuğum paraya takıldı. Evet, doğru görüyordum. Az önce 10 lira verip 2 poğaça almıştım ama elimdeki para olsa olsa bir 5 lira üstü olabilirdi en fazla. 10 liraya iki poğaça alarak başlamıştım güne. Ay pek mutluydum.

O kadar para verdikten sonra lezzetinden yemeye kıyılmayan sabah nevalesini lüplettikten sonra sıra cigara tellendirmeye gelmişti ki bu da bir başka alışveriş süreci anlamına geliyordu. Azimli bir insan olduğum için bu küçük problem bana engel teşkil edemezdi. Nitekim etmedi ve en yakın marketin yolunu tuttum. Marketten elimde sigara ve bir miktar para üstüyle çıktığımda aklımdan geçen tek şey derhal bir sigara yakmaktı ve fakat gözüm yine elimdeki bozukluklara takıldı. Bu kez de sigara için 20 Tl vermiş ve karşılığında 10 TL üstü almıştım.Geriye dönüp" marketçi, marketçi noldu bizim para üstü" desem muhtemelen "ne para üstü" gibi gayet rasyonel bir cevapla karşılaşmam kuvvetle muhtemeldi ve ben kuvvetle muhtemelden kesin kadar korkardım. Öyleyse... 20 liraya aldığım sigaranın zevki paha biçilemezdi. Paha biçemedim.

Comboyu tamamlamak için son bir hamle daha yapmam gerekiyordu ki Jerry Lewis olsa bu kadarını yapabilirdi. Oraya giderken elimde bir evrak çantası olduğuna göre çıkarken de elimde bir evrak çantası olması yeterliydi. Evrak çantasının mülkiyetinin o anda hiçbir önemi yoktu. Uuzaklarda çağıldayan pınar sesi gibi bir sis perdesinin arkasından gelen "o benim çantam, o benim çantam" özdeyişine aldırmadan yürümenin de aynı derece anlamsız olduğunu kabul etmem gerekirdi. Astalavista baby!

Hiç yorum yok: