7 Aralık 2012 Cuma

YOL AYRIMI

Ve işte Esir Şehir Üçlemesi'nin son kitabı: Yol Ayrımı. Kitabın kahramanlarının geçmiş yaşamlarını, olayların evveliyatı falan bir kenara bırakıp müstakil bir kitap olarak değerlendirirsek, belki de serinin en başarılı parçası. Üstelik ilk iki kitaptan farklı olarak son derece politik bir dili olmasına karşın erkeğe dair, kadına dair, kadın-erkek ilişkisine dair pek çoğumuzun bir kaç hayat yaşasak erişemeyeceğimiz gözlemlerle dolu bir kitap bu. 

Her zamanki gibi karmakarışık anlatmaya başladım. İlk iki kitapta anlatılan kurtuluş mücadelesi nihayete ermiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, takvimler 1930'u göstermiştir. Ülke tek parti tarafından yönetilmekte ancak Mustafa Kemal ikinci bir partinin siyasi hayata dahil olmasını gerekli görmektedir. Bu iş için uygun gördüğü kişilere Serbest Fırka'yı hayata geçirmeleri için "talimat verir". İkinci bir partinin kurulacağının söylentisi dahil türlü çeşit çalkantıya neden olur. İlk iki kitabın kahramanı olan Kuvvacılar ise yeni dönemde hayat ne getirirse ona razı, yaşayıp gitmektedir. 

En başta kitabın dilinin diğerlerine göre daha politik olduğunu söylemiştim. Şimdilerde Kemalizm eleştirisi yaptığı için demokrat sayılan zibidilerin aksine Kemal Tahir lafı hiç eğip bükmeden tek parti iktidarının etrafına ördüğü zırhlarla halktan nasıl koptuğunu bir çırpıda özetleyiveriyor. O özetten Demokrat Parti iktidarına giden yolu gözlemlemek, tarihsel perspektife bir de romanın gözleriyle dokunmak oldukça tatminkar bir deneyim. 

İlk iki kitapta esas hikayenin etrafında kaldığı için çok işlenmeyen bazı karakterlerin zenginleştirilmesi, okuyucunun yüzeysel diye etiketleyip bir kenara attığı bu insanlara dönüp bir daha bakmasına, bu kez herkesin bir hikayesi olduğu fikrine sarılmasına neden oluyor. 

Bahsetmek istediğim başka şeyler de var. Mesela az buçuk hukuk işleri ile uğraşan beni oldukça etkileyen adaletin göreceliliği. Anlatmak uzun sürer belki, o yüzden yazarın örneğinden yola çıkalım. Cepheden silahı ile firar etmeyi düşünen bir askeri düşünelim, tam firar edecekken düşmanın baskın verdiğini farz edelim. Müstakbel firari, muhtemel şehit; can havliyle silahına davranıp yiğitçe vuruştuğunda ona madalya mı takmalı yoksa fikri firarı için kurşuna mı dizmeli? Ya da Kuvvayı Milliye'ye çete yazdığını zannederken dolandırıcıların elinde oyuncak olan eski bir İttihatçı kurtuluş günü geldiğinde törenle serbest mi bırakılması, yoksa bu adi "dolandırıcının" yüzüne mi tükürmeli?

Neresinden baksan bir hazine işte, daha ne söyleyebilirim. Neticesinde benimki, Kemal Tahir'in dehasına acıklı bir övgü.

Son bir şey daha; Kemal Tahir, hayatının 12 senesini Anadolu'daki çeşitli cezaevlerinde çile doldurarak geçirdi. Alışveriş listesi yaz desen ağzından salya akıtacak adamlar ona bu cezayı reva gördüler.

Hiç yorum yok: