27 Haziran 2009 Cumartesi

BİR ZAMANLAR

Bir zamanlar İzmir vardı, Şirinyer, Buca, tıreleybüsler, tanzim satışlar, Eshotlar, İzulaşlar, kalabalık bayramlar, hep bir ağızdan konuşup yine de anlaşabilen insanlar, ufak ufak dedikodu yapan kadınlar, boş boş konuşup vakit geçiren adamlar, düğünlerde içkiyi biraz fazla kaçıran dayılar, Acem İsmailler, Acem İsmaillerin kırdığı içki içme rekorları, rekorların yayınlandığı 40 yıllık gazete kupürlerinin saklandığı küçük kutular, ailenin yaptığı evliliklerin nişanesi düğün fotoğrafları, trenle çıkılan yolcuklar, inilen istasyondan eve giden yolda küçük fırınlar, o fırınlardan alınan sıcacık ekmekler, beş çayları, Altay formalı bir gencin fotoğrafının süslediği duvarlar, bahçeli evler, bahçede nar ağaçları, ağaçların dallarında kuş kovalayan kediler, bahçeye bir sandalye atıp salondaki siyah beyaz televizyondan izlenen maçlar, o maçlarda gol atan, sonradan turuncu formalı olduğunu öğrendiğimiz efsane Van Bastenler, aynı evde beraber büyüyen torunlar, torunlarına çukulata getiren koca göbekli dedeler, dedelerin dünya değiştirmesinden sonra bahçeli evlerin yerini alan apartmanlar, kalabalık içinde ama yapayalnız sürülen hayatlar, bu yaşta her işini kendi başına görmenin verdiği gurur, kendi kendine değdirilen nazarlar, günden güne eriyen hatıralar, çocukluğun sona erişinin geri dönülemez şekilde ilanı, kürekler, taze kazılmış mezara toprak atan kürekler, taze kazılmış mezara toprak atan kürekleri tutan adamların ağlamayan elleri, ellerin acımasızlığına şaşıran çocukluktan yeni çıkmış bir şaşkının çaresizliği, üstüne toprak atarken nasıl bu kadar metanetli olabilirler diye çıldıran düşünceler.... Bunların hepsi vardı, bazıları hala var.
Ama teyzem yok artık...

24 Haziran 2009 Çarşamba

MEMUR ÇOCUĞUNUN TİCARETLE İMTİHANI BÖLÜM 2


"Abicim, bu Sevimsiz Pinti'yi niye dahil ettik ki bu işe" diye sızlandı Memur Çocuğu. İç sıkıntısıyla burnunu çekti Girişimci Ruh. Memur Çocuğu sabahtan beri aynı şeyi 3.defadır soruyordu. "Bak güzel kardeşim, daha önce söyledim, bir kez daha söylüyorum, bizim topladığımız paralar yetmiyor, öğrenim kredileri işin maliyeti karşısında devede kulak kalıyor, bize para lazım, parada bu herifte, bu işi yapacaksak bu adama mecburuz." diye terslendi bu sefer, sabrının sonuna gelmişti, esasında şu an Memur Çocuğunun burnuna bir tane patlatmak istiyordu. Muhatabını kızdırdığını fark eden Memur Çocuğu ister istemez geri adım attı: "Ya, şimdi onu anladım da, peki parayı nasıl paylaşacağız" diye üsteledi. "Offf, off ulan offf, şimdi bağıracağım yangın var diye otobüsün içinde, olm numara mı yapıyorsun yoksa gerçekten süzme salak mısın, herkes koyduğu para kadar kardan hisse alacak"


Memur Çocuğu yani dedi kendi kendine, "biz çalışacağız, bütün parayı sermaye toplayacak, kahrolsun sermaye, zafer direnen emekçinin olacak mına koyim" diye motive etmeye çalıştı içindeki emekçiyi. Bir patrondan kaçarken bir başka patrona yakalandığı o anda dank etti kafasına.


Her şey çok çabuk gelişmişti, balkondaki o "iş toplantısının" ardından Her Şeyden Sıkılan Adam ile Macera Dolu Amerika, Foça'ya gitmişler, mekanı görmüşler ve olumlu rapor vermişlerdi. "Olm, bak Foça şurada, şuradan sahile iniliyor, şöööle bir yay çizdiğinde bizim tezgahı açacağımız mekan tam sahildeki yürüyüş yolunun ortasında kalıyor" diye yazbozun üzerine yaptığı çizimlerle süslediği zengin bir "brief" sunmuştu Macera Dolu Amerika. O "tamam" deyince hazırlıklara başlamışlardı. Şimdi de Girişimci Ruh ile birlikte Karanfil'den mal almaya gidiyorlardı.


Karanfil'e vardıklarında şöyle bir bakındılar. Esasında bir iki isim almışlardı önceden ama bir türlü nereden başlayacaklarını bilemediler. Kararsızlıklarına son noktayı elbette Girişimci Ruh koydu: "Gel, mına koyim, şuradan başlayalım, sora sora gideriz." "Ama ama ya kazıklanırsak" diye haykırmak istedi beriki ancak bu sefer çekindiğinden olumsuz bir şey söylemek istemedi. "Tamam, şurası iyiymiş, bak ne güzel kolye uçları var, bence paramızın 1/4'ü ile kolye ucu alalım, bunlardan çok satarız kesin" Gözlerinde Feridun Bitir'ler yandı yandı söndü . "Şaka mısın oğlum sen, paramızın 1/16'sı ile de fındık alalım istersen, tövbe tövbeee" diye tersledi onu bir kez daha Girişimci Ruh. Sonra gel dedi gönlünü almak için, "şu dükkandaki kolye uçları güzelmiş gerçekten " *


* O gün paralarının 1/4'ü ile olmasa bile önemli bir miktarıyla kolye ucu aldılar. Aldıkları gümüş kolye uçlarından bir tane bile satamadılar. Evet, o herkesin eline alıp arkadaşına eheueueue, çok komikkkk diye gösterdiği tuvalet kabinindeki adam bile satılmadı.


19 Haziran 2009 Cuma

KORKUYORSAM SEBEBİ VAR

Oldum olası korkak bir tiptim . Başıma bir iş gelmemesi için öyle bilmediğim konulara burnumu sokmaz, tanımadığım insanlarla fazla muhatap olmam. Devletten çekinir, askerden ürker, polisten köşe bucak kaçarım. Herhangi bir devlet dairesine girsem içime hep bir şeyleri yanlış yaptığım korkusu gelir yerleşir; yeterince saygılı mıyım mesela, kıyafetim bu binaya girmeye müsait mi, 657'ye tabi koskaca devlet memuru ile konuşurken sesimi iyi ayarlayabilecek miyim?
Evet kardeşimlerim, korkuyorum. Ama korkuyorsam bir sebebi var:Bu devletin sahipleri var çünkü. Kimin tehlikeli, kimin it, kimin serseri, kimin hain, kimin devletsever (vatansever değil kesinlikle devletsever) olduğuna bir bakışta karar verenler var. Misal 12 yaşında bir "çocuksun" Bu senin terörist olmana engel teşkil etmez. Terörüstin büyüğü küçüğü olmaz. Terörist teröristtir ve öyle kanundu, kitaptı, boş işler bunlar : 21 Kasım 2004'te Ahmet Kaymaz ve oğlu 12 yaşındaki Uğur Kaymaz evlerinin önünde polis tarafından açılan ateş sonunda öldüler. Uğur'un ellerinden 4, sırtından 9 mermi çıktı. Silahlar 50 cm'den yakın mesafeden ateşlenmişti.
Adli Tıp raporuna göre Uğur silah tutacak yaşta değildi, olay yerinde herhangi bir çatışma izine rastlanmamıştı. Dolayısıyla polislerin yaptığı meşru müdafaa savunması akla uygun değildi.
Ama kardeşlerim, devletimizin sahipleri vardı. Polislerin yargılandığı mahkeme tüm aleyhe delillere rağmen polisleri beraat ettirdi. İki kişinin (bunlardan biri 12 yaşında bir çocuk) ölümü meşru müdafaa kapsamında gerçekleşmişti. Devletimizin sahipleri vardı, Yargıtay beraat kararını onamakta gecikmedi.
Şimdi söyleyin bana, bu devletten korkulmaz da ne yapılır?

17 Haziran 2009 Çarşamba

HİGH PLAİNS DRİFTER


Kim bir kasabaya gelip daha selam sabah bile vermeden üç kişiyi öldürüp bir kadına tecavüz edebilir? (Hanginiz yapmak istersiniz diye sormuyorum taki ki eheheh) Elbette Clint Eastwood'un isimsiz kovboyu. Meddah, Clint Eastwood'un kusurlu kahramanar yaratmakta mahir olduğunu söylemişti bir yorumunda. Bu seferki kahramanın kusuru az biraz hayvan olması herhalde:)) Dikkatini çekmek için kendisine kasten çarpan bir kadını kolundan tutup samanlığa götüren bir adamdan daha fazlasını beklemek hayalcilik olur sanırım.


Genelde tozlu arşivlerden izlediğim filmler hakkında yorum yapıyorum. Ama bu sefer bizim ev yapımı zaman makinesinin ayarı biraz fazla kaçmış, öyle ki 1973 yılına gitmişiz. İyi ki de gitmişiz. Yoksa Clint Eastwood'un kronolojik olarak "dolar üçlemesinden" (Bir Avuç Dolar-Bir Kaç Dolar İçin- İyi Kötü Çirkin) sonra gelen ve onu ikinci kez yönetmen olarak izlememize imkan veren bu filmi yakalamıza imkan yoktu.


Bu kadar laftan sonra filmin konusuna gelince; İsimsiz yabancı, sıcak bir banyo yapmak ve bir şişe viski almak için (bu kez çöle değil) deniz kıyısına kurulmuş kasabaya gelir, kasaba ahalisinden bir grup "hey kovboy, biz burada yabancıları sevmeyiz" tribi yapar, bu yaptıkları son trip olur. İsimsiz yabancının eşek cennetine gönderdiği üç adam aslında kasabalıların düşman işgalinden korunmak için tuttuğu silahşörlerdir. Kasabalılar, isimsiz yabancıdan silahşörlerin yerini almasını ister. İsimsiz yabancı, kasabada bir tane delikanlı olmadığını görür, teklifi kabul eder. Zamanla kasabalıların yüreksiz oldukları kadar kalleş olduklarını da anlayacaktır. (İçimdeki dedikodu sevgisi böyle zamanlarda ortaya çıkıyor azizim)


6 Haziran 2009 Cumartesi

LUCKY NUMBER SLEVİN


Carrefour'un sponsorluğunda hazırladığım tozlanmış filmler dizisine hoş geldiniz. Bugünkü filmimiz Lucky Number Slevin. Blogun sadık takipçisi Capello'nun ilgi alanı olan at yarışları ile başlayan hikayemiz giderek bir intikam filmine dönüşür.


Filmde başrolleri kötü adam rolünde görmeyi en son düşündüğüm adam Morgan Freeman (Morgan abi babamdan beklerdim, senden beklemezdim), Ben Kingsley, Bruce Willis'in büzülmüş dudakları ve batılı erkeğin beslenmiş fantezisi Lucy Liu'nun çekik gözleri oynuyor. Ha bi de Josh Hartnett var, hatta kendisi başrolde:)


Karizmatik ve her sözünde ayrı bir mesaj gizli mafya babaları, sert ama bir o kadar komik ve ağzı kalabalık mafyözler, ha şimdi sevişti, ha şimdi sevişecek diye insanın içini hoplatan güzeller (bana noluyosa), yanlış zamanda yanlış yerde bulunan şaşkın ve yakışıklı genç ve her dudak büzüşünde birilerinin dünyasını değiştiren cool tetikçi. Ortalama bir seyirlikte (vay vay ağızlara bak, iki film izledi diye eleştirmen kesildi başımızda) bulunması gereken bütün unsurlar var filmimizde. Üstüne bir de sağ gösterip sol vurmalı final var ki vakti zamanında Olağan Şüpheliler'i izlemiş hiç bir izleyicinin bu numarayı yutacağına inanmam sayın abim. Vaktiniz varsa izleyin derim. (Bak hala, kıçırık eleştirmen seni)

4 Haziran 2009 Perşembe

BATMAN BEGİNS


Eğer blogu benden başka okuyan varsa (bkz:no one reads your crappy blog)bir vakitler, densizce Batman'le maytap geçmeye çalıştığımı, kendisinin yarasa tercihi üzerinden mizah üretmeye yeltendiğimi hatırlayacaktır. Televizyonunu yeni açan izleyicilerimiz için tekrar etmek gerekirse: milyoner-yarasa ilişkisi


Görüldüğü üzere şair burada Batman'in yarasa tercihini sorgulayarak bunca zenginlik arasından uçan bir kemirgeni tercih etmesinin anlamsızlığına vurgu yapmakta ve tribünlere oynamaktadır. Oysa şair, cahil bir eşşekten (evet iki ş'li) fazlası değildir ve henüz Batman Begins'i izlememiştir. Zira Dark Night'ten önce, çok önce vizyona giren Batman Begins şairin aradığı tüm sorulara cevap vermektedir ve Dark Night' a attığı şahane bir ara pas ile sonlanmaktadır.


Carrefour ucuz vcd-dvd koleksiyonun bir hayranı olan şair 2 kilo domates, 3 kilo patates almaya gittiği her seferinde mahcup bir eda ile film almayı ihmal etmemektedir. Gündemi yaklaşık 4 yıl geriden takip etmenin kimi handikapları olsa da arada şahane filmleri yakalamanın lezzeti pek az şeyde vardır ve Batman'in doğuş hikayesi bu vesileyle yakalanmıştır.


Efendim, sadede gelecek olursak Liam Neeson, Darknight'ta da izlediğimiz Gary Oldman, Michael Caine ve Morgan Freeman'ın Christian Bale'i esas oğlan/uçan kişilik/adaletin kılıcı/Batman rolüyle aralarına aldıklarını, Bale'in Dark Night'a göre daha rahat bir oyunculuk sergilediğini, daha az robotik tavırlar içine girdiğini söyleyebiliriz. Sevimsizler sevimsizi, ağzına vurulası insan Katie Holmes'un esas kızı oynadığını ama son derece silik kaldığını iftiharla müşahade ettim. Bu yüzden müsterihim. Kendisine "sen git de kumda oyna" demek istiyorum. (Bu var ya kesin bebek taklidi yapan kızlardandır)


Uzun lafın kısası, hareketli, güzel kovalamaca sahneleri ile süslenmiş ve her şeyden önemlisi Batman'in doğuşuna ilişkin verdiği aydınlatıcı fikirler nedeniyle izlenmesi gereken bir film olduğunu bildirir, gündemi takip etme kaygısı taşımayan tüm Carrefour dostlarına selam ederim.