Bir zamanlar İzmir vardı, Şirinyer, Buca, tıreleybüsler, tanzim satışlar, Eshotlar, İzulaşlar, kalabalık bayramlar, hep bir ağızdan konuşup yine de anlaşabilen insanlar, ufak ufak dedikodu yapan kadınlar, boş boş konuşup vakit geçiren adamlar, düğünlerde içkiyi biraz fazla kaçıran dayılar, Acem İsmailler, Acem İsmaillerin kırdığı içki içme rekorları, rekorların yayınlandığı 40 yıllık gazete kupürlerinin saklandığı küçük kutular, ailenin yaptığı evliliklerin nişanesi düğün fotoğrafları, trenle çıkılan yolcuklar, inilen istasyondan eve giden yolda küçük fırınlar, o fırınlardan alınan sıcacık ekmekler, beş çayları, Altay formalı bir gencin fotoğrafının süslediği duvarlar, bahçeli evler, bahçede nar ağaçları, ağaçların dallarında kuş kovalayan kediler, bahçeye bir sandalye atıp salondaki siyah beyaz televizyondan izlenen maçlar, o maçlarda gol atan, sonradan turuncu formalı olduğunu öğrendiğimiz efsane Van Bastenler, aynı evde beraber büyüyen torunlar, torunlarına çukulata getiren koca göbekli dedeler, dedelerin dünya değiştirmesinden sonra bahçeli evlerin yerini alan apartmanlar, kalabalık içinde ama yapayalnız sürülen hayatlar, bu yaşta her işini kendi başına görmenin verdiği gurur, kendi kendine değdirilen nazarlar, günden güne eriyen hatıralar, çocukluğun sona erişinin geri dönülemez şekilde ilanı, kürekler, taze kazılmış mezara toprak atan kürekler, taze kazılmış mezara toprak atan kürekleri tutan adamların ağlamayan elleri, ellerin acımasızlığına şaşıran çocukluktan yeni çıkmış bir şaşkının çaresizliği, üstüne toprak atarken nasıl bu kadar metanetli olabilirler diye çıldıran düşünceler.... Bunların hepsi vardı, bazıları hala var.
Ama teyzem yok artık...