31 Mayıs 2009 Pazar

29 Mayıs 2009 Cuma

MEMUR ÇOCUĞUNUN TİCARETLE İMTİHANI BÖLÜM 1

Her şey Eryaman'daki öğrenci evinin balkonuna yayılmış kilimlerin üzerinde King oynarken başladı. Her Şeyden Sıkılan Adam soruverdi aniden: "Biz bu işi niye kendimiz yapmıyoruz?"
Önce kısa bir sessizlik oldu. Sonra "sahi lan" dedi Girişimci Ruh. "Bok gibi para var bu işte ne diye başkasını zengin edelim?" Memur Çocuğu sıkıntıyla boğazını temizledi. Rıfkıyı yememek için sakladığı son kupasını atarken "çok para lazım olm, hem nerede yapacağız, yer parası lazım, malzeme parası lazım, otel lazım" diye ilk anda aklına gelen tüm olumsuzlukları saydı bir bir. İçindeki memur görünümlü nazlı masal kuşu ürkmüştü bir kez. Olmazdı bu iş, ıhh, olmamalıydı, para yoktu bi kere, nasıl olacaktı, yok olmazdı. Zaten elde kendisine geçmişti.
"Ne var olm" diye yanıtladı onun tüm sorularını Her Şeyden Sıkılan Adam. "Benim dedemin Foça'da evi var, onun önünde açarız standı, evde de kalırız, teyzemlerde de yemek yeriz, bi tek sigara parasıyla alkol için para gerekli, ama içki içtiğimiz çaktırmamamız lazım, yoksa dedem hepimizi kapının önüne koyar"
Bedava ev, bedava stand açacak mekan, Foça, deniz, kızlar lafını duyan Macera Dolu Amerika balıklama atladı bu fikrin üstüne. Esasında deniz ve kızlar lafını duymamıştı ama zihninde parçaları birleştirecek kadar zengin bir hayal gücü vardı. "Tamamdır bu iş, ne güzel olm, otel parası vermeyiz, yemekleri de idare ederiz bir şekilde, mesela önümüz yaz değil mi, karpuz-peynir-ekmek idare ederiz işte negzel" diyerek hararetli bir şekilde destekledi Her Şeyden Sıkılan Adamı.
"Üç ay karpuz mu yiyeceğiz lan dallama" diyecek oldu Memur Çocuğu. "Yok lan, arada bir Rıfkı da yeriz, hep sen mi yiyeceksin zati" diye ağzına tıkadı lafı Girşimci Ruh. Bu bayat espriye Türk filmlerindeki kötü adamlar gibi anıra anıra güldüler hep beraber. Bir tek Memur Çocuğu gülmüyordu. Bir sigara iliştirmişti öfkeyle büzdüğü dudaklarına. King'te kaybetmeyi hiç sevmez, King'te kaybedince kendisiyle dalga geçilmesinden nefret ederdi. Aslında şu an geçen yaz Akçay'da bir gümüş tezgahında Girişimci Ruh ve Macera Dolu Amerika ile birlikte çalıştıklarını, bu sayede para kazandıklarını ve şahane bir ortamları (şahane ortam derken:deniz, kum, güneş, kızlar) olduğunu sabahtan beri ballandıra ballandıra anlattıkları için eşekler gibi pişmandı.
Hep bu Macera Dolu Amerika'nın suçuydu. İbne, sabahtan beri bıdır bıdır, bi türlü susmamıştı. Yok bi sürü kızla tanışmışmış, yok yedikleri önündeymiş yemedikleri arkasındaymış, hayvan herif bunu yemekler için değil kızlar için söylüyordu bir de. Son kozunu oynamaya karar verdi. Şöyle arkasına yaslanıp, sigarasını hınçla söndürdükten sonra sordu: "Peki, malzemeyi hangi parayla almayı düşünüyorsunuz karpuz güzelleri?"
Sanki o bunu sormamış gibi şarladı Her Şeyden Sıkılan Adam: "Sen niye bu kadar karşısın olm bu olaya?" Bilmiyordu ki Memur Çocuğu, sadece örümcek hisleri tehlike sinyali vermişti. Bir an duraladı. "Hiiiç, niye karşı olayım, sadece para işini nasıl kıvıracağız diye merak ettim" diyerek hevesli görünmeye çalıştı.
O anda atalarına ihanet ettiği hissine kapıldı. "Nasıl bir girdaba sürükleniyorum yarabbi, ne olacak bu işin sonu?" Başına geleceklerden habersizdi oysa, ama yüzyılların mirası ona yol gösteriyordu.
Bir müddet sessiz kalan Girişimci Ruh bombayı patlattı sonunda:" Ulan hepimiz öğrenim kredisi almıyor muyuz, onları birleştiririz, biraz da sağdan soldan borç aldık mı, sonrasında tezgah kendisini çevirir zaten" Evet, evet diye destek sesleri yükseldi balkondan benim teyzem verir, ben abimden alırım filan derken mecburi ev arkadaşları Sevimsiz Pinti devreye girdi: "Olm, beni de dahil ederseniz para sorununuz kalmaz" dedi Kayserili iş adamı Nöri Gantar edasıyla. Sanki az önce bir açık artırmaya girmiş, herkes 5,10, 12,5 diye artırırken arkalardan bir yerden 100 ulan diye hönkürmüş gibi kendine güvenliydi.
"Şimdi yan bastık" dedi Memur Çocuğu sessizce. Artık kaçış kalmamıştı.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

SEN EN GÜZEL DUYGULARIN KATİLİSİN

İzmir'in dağlarında açan çiçekler bir kez daha güneşi göremeden solup gittiler. Neredeyse bütün bir seneyi olaysız-mümkün olduğunca- geçiren KSK taraftarı bu dramatik sona tahammül edemeyip ortalığı savaş alanına çevirdi. Futbolun en parlak senaryo yazarının hayaline düşmeyecek finallere gebe bir "oyun" olduğunu fark edemeyen KSK'liler bir seneyi daha Süper Lig'den uzakta geçirecekler.

Kasımpaşa; önce Altay'ı (2 kere) , sonra Karşıyaka'yı saf dışı bırakarak en güzel duyguların katili olduğunu gösterdi yine.

Son bir şey; İzmir futbolunun başarılı olması için birleşmeleri gerektiği söylenmeye başlandı yine. Bu Avrupa'da başarılı olsunlar diye üç büyüklerin birleşmesini istemeye benziyor. Artık şunun farkına varmak gerekiyor; Altay'ı, Göztepe'si, Karşıyaka'sı, bunların hepsi kendine özgü taraftar profili, tarihi, geçmişi, karakteri olan takımlar. Bu başarıya endeksli tavrın farklılıkları zımparalayıp tek tipleştirme yaklaşımı, biraz abartılı olacak belki ama Nazilerin tek millet, tek devlet ideolojisine benziyor. Gözgöze gönül vermiş Yalı sakini Göztepe amatöre düştüğünde bile takımını gece gündüz takip edip İsyan Marşı'nı söylüyor. O da takımının başarılı olmasını istiyor kuşkusuz. Ama öncelikli hedefinin kendisini ait hissedebileceği, bir parçası olduğunu duyumsadığı bir klüp olduğuna eminim.

Benzer şekilde misafir geldiğinde ayıp olmasın diye göz ucuyla televizyondaki maçı takip eden taksici abi Altay isminin sonsuza kadar yaşaması niyetiyle çocuğuna Altay ismini koyuyor. Sizin o suni takımınız insanlar üzerinde bu etkiyi yaratabilecek mi?

15 Mayıs 2009 Cuma

İZMİR'İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR

Play-off başladı. Son dörtlüde iki İzmir takımı; Altay ve Karşıyaka var. Güne daha yüzümü yıkamadan sokaktan gelen Kafsinkaf tezahüratı ile uyandım. (İnsanda Ankara'da uyudum, Karşıyaka'da uyandım hissiyatı uyandırıyor) Bu sefer nasıl olursa olsun, artık bir İzmir takımı gelsin şu lige. Haydi İzmir, Haydi 35 buçuk....

10 Mayıs 2009 Pazar

GRAN TORİNO


Clint Eastwood'un bir şekilde (yönetmen, oyuncu ve hatta müzisyen) olarak yer aldığı bir film her zaman benim için ilgi çekicidir. Onu baştan bir söylemem lazım. Spagetti westernler, Dirty Harryler, Milyonluk Bebek, Gizemli Nehir... O yüzden değerlendirmem bir miktar subjektivite içerebilir.

Kowalski'nin evinin kapısına astığı bayrak, her an elinin altında bulunan çeşit çeşit silahlar, bahçesine girenleri mülkünden defederken takındığı uzlaşmaz tavır, Uzakdoğulu komşularına davranışları, barda anlattığı fıkra her an eline meşale alıp beyaz Amerikalı olmayan herkesi ülkesinden kovmaya yeltenecek bir adam profilini çıkartıyor karşımıza. O kadar huysuz ve geçimsiz bir ihtiyar ki zaman zaman muhatabı ile konuşmaya bile tenezzül etmeksizin homurdanmakla yetiniyor. Ama film ilerledikçe esasında derinden hissettiği suçluluk duygusu ve biraz da geçmişinin kendisini soktuğu kalıp nedeniyle böyle davrandığını fark ediyoruz. Uzakdoğulu komşularıyla ilişkilerini düzeltmesi Kowalski'yi huysuz ihtiyardan bilge adama doğru evrimleştiriyor. Senaryoda kimi kopukluklar var. (Çetenin, Thao'yu aralarına katılması için zorlaması gibi) Bunun yanı sıra enfes sahneleri de var (Verandasında oturup akşam güneşine karşı, huzur içinde birasını yudumlayan adamın mutluluğu gibi) Son dönemde izlediğim bütün Eastwood filmlerinde olduğu gibi bu fim de mutlu sonla bitmiyor, Eastwood izleyicisi için oldukça kestirilebilir bir sonu var. Varsın olsun, Uzakdoğulu kızın yolunu kesen apaçilere verdiği ayar için bile izlebilir bir film iken sonunda Eastwood'u Eastwood yapan western filmlerini andıran final sahnesi cilayı yapıyor.


Son bir not: Liverpool taraftarının bir sloganıdır ama Clint Eastwood'un karizmasını başka bir şey tanımlayamaz: Form geçici, klas kalıcıdır (Form is temporary, class is permanent)

8 Mayıs 2009 Cuma

NOSTALJİK TÜRK MÜZİĞİ

Rap müzik seven bir kişi değilim esasında. Hip hop falan, boş işler bence bunlar. Hele bu bir hayat tarzı, isyan müziği diyene kafa göz dalasım geliyor. Dinliyorsan dinle işte, ne bu anlam yükleme telaşı.

Ama Cartel'in yeri başka, doğru dürüst dinlediğim ilk rap müzik olduğunu söyleyebilirim. Alt yapıları filan, şahane bir iş yapmış adamlar. Bir de tabi gençtik Cartel patladığında, nostaljisi de oluyor benim için. O yüzden ... al sana Karakan

7 Mayıs 2009 Perşembe

4 Mayıs 2009 Pazartesi

MUSTAFA MISIR KAFA


Esasında Mustafa Doğan ile bir alıp veremediğim yoktu. Güven'in ayağını kırmasına, Beşiktaş'taki eski Fenerliler kolonisine (ceza kolonisi) katılmasına, televizyona çıkıp bik bik yorum yapmasına rağmen dünya üzerinde nefes alan, almayan her türlü canlı, cansız varlığa gıcık olma kapasitesine sahip ben, kendisine karşı nötr idim. Ta ki o Digitürk reklamını görene kadar. Paşam, ailesini de almış öyle çıkmış reklama ve diyor ki "Digitürk öncesi hayatımız renksizdi." Digitürk girince renklenen bir hayat süren ya da aldığı paranın yüzü suyu hürmetine öyle olduğunu söyleyen bir kişi gıcık olunabilir bir kişidir diyerek kendisine duyduğum nötr duyguları eksi olarak değiştiriyorum.


Ve haliyle yarı zamanlı bir fanatik olarak GS-FB, BJK-FB maçları öncesinde yana yana rakipleri favori göstermesine isyan ediyorum: Noldu len Mustafa? Hani Galatasaray bu Fener'i yenerdi? Hani BJK rahat sonuca giderdi? Çubukluyu hiç giymemiş olsan anlarım bu dediklerini de o formayı sırtında taşıdın hasbelkader. Hiç mi bişi öğrenmedin? Bunca yılın Fener'ini bilemedin mi hala . Fener böyledir işte, gider Hacettepe'ye yenilir ama kendisinden umudu kesenlerin nefesini keser.