Gözleri fettan güzel Nicholas Cage'i sever, sayar, mahalleden bir büyüğümüz kabul eder, gördüğüm filmini izlemeden duramam. Dediler ki Nicholas Bey, bu kez adalet arıyor. Dedim hay hay; adalet olayı bizim olayımız. İlişiverdim koltuğun kenarına, ömürden ömür götüren kalori bombalarının altına. (Bugün Dünya Şiir günü imiş, ondan bu manzum dalgalanma)
Tam da beklentileri karşılar bir tempoyla başladı film, süper mutlu, daha da mutlu olamaz, olmamalı bir çift ve arka sokaklarda kol gezen pis, kötü, aşşşaalık kötü adamlar. Gol olur bu çatışmadan, başkada bişi olmaz, izle küçük eleştirmen diye verdim gazı, verdim kendime. Nitekim film öyle bir noktaya geldi ki artık o andan itibaren Charles Bronson'un en azından konuk oyuncu olarak boy göstermesi şart olmuş idi. Tabi şiddete meyyali dertten olan çekik gözlü Çarls abinin helvasını çoktan kavurduklarından gelemedi. Eğer Tanrı tarafından bi tur daha dönmesine izin verilseydi Çarls abinin, yarattığı" kendi adaletini kendi arayan halk tipi ayaklanmanın" gayet organize bir imece usulüne dönüştüğü görüp ebedi istirahatgahında çok daha rahat uyuyabilirdi. Amma, amması var işte Çarls abi gelmeyince, film de ufak ufak demir aldı bu sulardan, bildik aksiyon denizine yelken açtı. Bilmiyorum, "belki biz Holivutuz abi neme lazım azdırmayalım vatandaşı" demiş olabilirler.
Ha, güzel aksiyon sahneleri yok muydu? Vardı elbet, Nicholas büyüğümüz tırdan bir kaçtı var ya gözümü açtığımda yemek masasının altına girmişim heyecandan. Nicholas büyüğümüze kimler eşlik etmiş acıbağ diye soranlar varsa tatatataaaaa: Dexter desem, kadın desem, küfür desem kim gelir aklınıza. Tabi ki Debra "Fucking" Morgan. Veyahut Jennifer Carpenter. Ama küçük, o kadar küçük bir rolü var ki, figüran Şener Şen'in Cüneyt Arkın'dan dayak yediği filmi izleyenler anlar ancak hayal kırıklığımı.
Başka tanıdık isimler... tabi ki artık yolda görsem yüzüne tükürecek kıvama geldiğim Lost'tan Michael, ülen bir kere olsun ihanet etme be dürzü Harold Perrineau. Bi de Guy Pearce var ki, karizmatik kötü etkisi yaratsın diye konuşlandırıldığı kanaatindeyim.
Uzun lafın kısası, olacakken olamamış bir filmle uğurluyoruz baharın ilk güneşini. Bahar güneşimi çok seviyorum.
Tam da beklentileri karşılar bir tempoyla başladı film, süper mutlu, daha da mutlu olamaz, olmamalı bir çift ve arka sokaklarda kol gezen pis, kötü, aşşşaalık kötü adamlar. Gol olur bu çatışmadan, başkada bişi olmaz, izle küçük eleştirmen diye verdim gazı, verdim kendime. Nitekim film öyle bir noktaya geldi ki artık o andan itibaren Charles Bronson'un en azından konuk oyuncu olarak boy göstermesi şart olmuş idi. Tabi şiddete meyyali dertten olan çekik gözlü Çarls abinin helvasını çoktan kavurduklarından gelemedi. Eğer Tanrı tarafından bi tur daha dönmesine izin verilseydi Çarls abinin, yarattığı" kendi adaletini kendi arayan halk tipi ayaklanmanın" gayet organize bir imece usulüne dönüştüğü görüp ebedi istirahatgahında çok daha rahat uyuyabilirdi. Amma, amması var işte Çarls abi gelmeyince, film de ufak ufak demir aldı bu sulardan, bildik aksiyon denizine yelken açtı. Bilmiyorum, "belki biz Holivutuz abi neme lazım azdırmayalım vatandaşı" demiş olabilirler.
Ha, güzel aksiyon sahneleri yok muydu? Vardı elbet, Nicholas büyüğümüz tırdan bir kaçtı var ya gözümü açtığımda yemek masasının altına girmişim heyecandan. Nicholas büyüğümüze kimler eşlik etmiş acıbağ diye soranlar varsa tatatataaaaa: Dexter desem, kadın desem, küfür desem kim gelir aklınıza. Tabi ki Debra "Fucking" Morgan. Veyahut Jennifer Carpenter. Ama küçük, o kadar küçük bir rolü var ki, figüran Şener Şen'in Cüneyt Arkın'dan dayak yediği filmi izleyenler anlar ancak hayal kırıklığımı.
Başka tanıdık isimler... tabi ki artık yolda görsem yüzüne tükürecek kıvama geldiğim Lost'tan Michael, ülen bir kere olsun ihanet etme be dürzü Harold Perrineau. Bi de Guy Pearce var ki, karizmatik kötü etkisi yaratsın diye konuşlandırıldığı kanaatindeyim.
Uzun lafın kısası, olacakken olamamış bir filmle uğurluyoruz baharın ilk güneşini. Bahar güneşimi çok seviyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder