14 Ekim 2011 Cuma

AZ- HAKAN GÜNDAY

8 Ekim 2011 Cumartesi

SERENAD ve MUTLULUK


Bir yazar olarak Zülfü Livaneli'yi keşfedişim oldukça geç bir döneme denk geliyor. Benim suya "bu" dediğim zamanlardan beri yazan bir Türk yazarı bu kadar geç fark etmiş olmam öncelikle benim kişisel kusurum, bunu kabul ediyorum. Ama aynı dili konuştuğumuz, aynı sevinç ve kaygıları paylaştığımız yazarları bizler için görünmez kılan eğitim sistemimizin gözlerinden öpmeyi de borç bilirim.

Daha önce de Zülfü Livaneli kitaplarına ilişkin bir şeyler karalamıştım. Şurada Leyla'nın Evi, şurada da Engereğin Gözündeki Kamaşma var, örneğin.

Arada Seranad ve Mutluluk'u da okudum. Ama şu ana kadar bir şey yazmamıştım. Önce Mutluluk'tan başlamak gerek sanırım. Mutluluk kitabını oldukça beğendiğimi söylemek istiyorum. Bu topraklarda ezelden beri yaşanan ve maalesef daha uzun süre yaşanacak gibi görünen töre ilkelliğini oldukça net anlatan bir kitap Mutluluk. Tamamen farklı dünyalarda (hatta belki gezegenlerde) yaşayan kişilerin zıtlığı kitabı oldukça zengin ve besleyici bir hale getirmiş. Karakterlerin alt yapısı okuyucuyu sıkmadan ince ince işlendiğinden birbirlerinden farklı yerlerden gelen üç kişinin buluşmasından çıkabilecek sonuç okuyucunun tahmin edebileceği hale gelmiş. Öngörülebilirlik kitabı sıkıcı değil bilakis gerçekçi kılmış.

Bu arada aynı adlı film için de bir iki kelime edeyim. Biliyorum, bir kitap filme aktarıldığında okuyucunun zihninde yarattığı evrenin filmde yaratılan evrenle örtüşmesi pek mümkün değildir ve uyarlama filmlerin vebası budur. O yüzden çok acımasız olmak istemiyorum. Ama filmdeki karakterlerin tek boyutlu görünümleri kitaptaki zenginliğin yanına bile yaklaşmıyor. Oyuncuların çabası filmi izlenir kılıyor belki ama kitaptaki lezzetin kitapta kaldığını söylemeliyim.

Serenad ise bence çok farklı bir yerde. Bir yandan okunması oldukça zor bir kitap. Bir yandan da okunmadan bırakılmaması gereken bir kitap. Okunması zor, çünkü Zülfü Livaneli'nin kitaplarına yerleştirdiği, esasında merkezinin dışında yer alıp da çaktırmadan merkeze yerleşen anlatıcının hayata ilişkin değerlendirmelerinin doğru ama bayat olduğunu söylemek zorundayım. Şöyle bir beş sene önce Türkçe'nin yozlaşmasına ilişkin eleştiri getirdiğinizde çevrenizdekilerin onay veren tavrıyla karşılaşırdınız.Bugün bu kadar hararetle destekleneceğinizi tahmin etmiyorum. Yozlaşma sorunu elbette ortadan kaybolmadı ancak kanıksandı. Bugün bu eleştiriyi getirseniz Orhan Kural muamelesi görmeniz kaçınılmaz olacaktır bence. Derdimi çok iyi ifade edemediğimi biliyorum ama şöyle bir durum var; anlatıcının tavrı Hababam Sınıfı'nı hizaya getirmeye çalışan Ahmet'in tavrına benziyor. Ahmet'in doğru söylediğini biliyor ama sıkıcı olduğu için ondan nefret ediyoruz.

Bir başka eleştirim kitabın mevzuya bir türlü giremeyişi, biraz yapay bir esrar perdesi altına saklanması. Bu da kitabı olması gerektiğinden daha uzun bir hale getirmiş. Bu kadar eleştiriden sonra azcık da övelim değil mi? Kitabın barındırdığı tarihsel bilgiler belli ki uzun bir araştırma dönemine dayanıyor ve her türlü övgüyü hak ediyor. Ansiklopedi karıştırsanız ulaşamayacağız bir takım tarihi gerçekler enfes bir dramatik paket halinde beğenize sunulmuş, okumazsanız siz kaybedersiniz.

Kısa bir tanım yapmak gerekirse; Serenad yemesi zor, sert kabuklu bir meyveyi andırıyor. Kabuğunu aştıktan sonra gerçek bir haz vadediyor.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Bişi yazasım yok bu ara, şarkıya türküye verdim kendimi;