20 Şubat 2011 Pazar

WELCOME TO THE MACHİNE

REKLAMLAR

Biraz reklamlara sataşmak istiyorum bugün. Reklam derken tv reklamlarından bahsetmiyorum. Tv izleme dozunu düşürünce o sorun kısmen çözüldü. Ama "aa, dur lan şunu izliyim acık" dediğim anda reklama giren programların psikolojimle ne alıp veremediği olduğu konusunu henüz çözmüş değilim. Beni mi takip ediyosunuz lan? Bence o televizyonlarda "aha geldi la geldi, bas düğmeye, çabuk reklam gir" diyen bi adam yaşıyo. Onu hiç sevmiyorum.

Bu ara takıldığım şu banner denen, web sitelerinde gezinirken gözümüze soktukları reklamlar. Türlü türlü, envai çeşit reklam var. Çoğu, insanların eczaneden prezevatif alırken yaşadığı toplumsal sıkıntı duygusundan beslenen bannerler. Prezervatif alırken eczacı çırağının inceden ve gizliden "abime bak , hayırlı işler baba" diye bir monoloğa girdiğini düşünen bir ırkın evlatlarıyız. O yüzden bazı sorunlarımızı insan unsurunu aradan çıkartarak araştırmayı seviyoruz. Reklamcı denilen her türlü insani duyguyu sömürmeyi şiar edinmiş meslek erbabı bunun farkında (Siz avukatlara sallarken iyiydi di mi?)

Mesela şöyle bir bannerla karşılaşmak olası "başınızın fotosunu online çekerek gönderin" "Başını derken başkanım?" çözümlemesine girdiğim anda bunun aslında kelliğe çözüm arayanlara yönelik bir reklam olduğunu anlayıp rahatlıyorum. Zira tıbbın çare bulamadığı kelliğimle barışalı oluyor bir 10 yıl kadar. Derin bir oh çekip konunun benimle ilgili olmadığını anladıktan sonra "penelope havyar kremi ile cildinizi yenileyin" temalı bir başkasına rastlıyorum. Havyar bulsam orama burama sürecek kadar kendimden geçer miyim acıbağ? Bence geçmem. Geçeni de sevmem. Havyar tavında güzel (Ne?)

Bikinili kızlar eşliğinde "tatilinizi %40 ucuza alın" şeklinde takdim edilen yazlık reklamlar bir başka sıkıntı kaynağım. (Evet, sorunluyum, hayır henüz tedaviye başlamadım) Aylardan Şubat, hava fena halde soğuk, battaniye battaniye üstüne. Tatil matil deyip adamın aklını niye alıyorsunuz güzel kardeşim? Ayrıca tatile gittiğimizde sizin o bikinili kızlar hiç de o kadar sıcakkanlı davranmıyor insana. Hayır, yaz gelsin nasıl olsa her türlü kazıklayacaksınız. Şimdiden kazığı sivriltip tadını mı çıkartıyorusunuz anlamadım ki?

"Helal gıda sertifikalı tavuk eti" diye bişeyi ortaya atıp ne diye benim kafamı bulandırıyorsunuz bi kere? Tavuk hayvanına neden domuz muamelesi yapıyorsunuz? Tavuk dediğin canlının içkisi yok, kumarı yok, domuzla cima ettiği gören yok ,bilen yok. Bu zulüm niye?

"Semte göre arkadaş arama" var bir de. Adamlar tembelin teki olduğumdan o kadar emin ki fazla uzaklara gitmeden eğlence vaadediyor. (Neyse, bunlar çözmüş beni)

Bir de Tanrıya nasıl ulaşılır, İsa seni seviyor temalı reklamlar türedi bu ara. Bilmiyorum da Tanrı kendisine internet yoluyla ulaşmamı isteseydi ya da İsa beni o kadar çok sevseydi internet için bunca yıl beklememiz gerekmezdi gibi geliyor bana. Ya da bu Bill Gates'in peygamber olduğu anlamına mı gelir acaba ? En azında nebi, evliya filan. Kafam karıştı benim, sence?

9 Şubat 2011 Çarşamba

NE ARADILAR, NASIL GELDİLER?


Teknoloji hayatı kolaylaştırması açısından gerekli bir unsur. Ama insanın hareketlerini izlenebilir kılması tehlike arz ediyor. Şöyle gönül rahatlığıyla dümen çevirip rahat rahat arkana yaslanamıyorsun. Zira her adım attığında, attığın adımları kaydeden bir düzenek var. Big Brother felsefesi yapıp sıkıcı olmak istemiyorum. Onun yerine google analytics sayesinde bloguma gelenlerin aslında ne ararken kendilerini burada buldukları hakkında laflayalım diyorum, derim, blog benim.

Sonuçlara baktığımız zaman karanlıklar efendisi Darth Vader'ın aramalarda öne çıktığını görüyoruz. Star Wars'ın ve Lord Vader'ın bir takıntı haline gelmesini anlayabilirim. Ama Darth Vader'ın günlük hayatını nasıl sürdürdüğünü merak etmek biraz fazla olmuyor mu? "Darth Vader nasıl yemek yer" nasıl bir sorudur allahaşkına? Gerçekten bunu merak edecek kadar boş vaktin varsa sevgili dostum, dünya sana güzel. Bi de olayı kişiselleştirip Vader'ı ortadan kaldırma hülyasında olan bir kardeşimiz var ki onun sorusu "Darth Vader nasıl yenilir? " Bu soruda hafiften bir "bu galaksi ikimizde dar ulan, motor kafa" tonu yok mu? Bence var. Seni yeneceğimmmm Vaderrr diye uykulardan uyanan biri yaşıyor aramızda, dikkat.

Bir de tam tersi istikamette ilerleyen bir gönüllü var. O "nasıl Darth Vader olunur" sorusuna cevap bulduğu anda hepimiz kaçacak delik arayacağız, uyandırayım. Ama en eğlencelisi ev işi Darth Vader olmak isteyen arkadaş ve onun muhteşem sorusu "evde Darth Vader maskesi nasıl yapılır". Yine iyi lan adam sadece maske yapmak istemiş, ışın kılıcı falan yapmaya kalksa mazallah zayiat büyük olabilirdi. O değil de Ali Kırca suratında müstehzi bir gülümseme ile bunu haberlere çıkartır. "Zonguldaklı mucit, evde light saber yaptı." Düşün adam evde kendi imkanlarıyla ışın kılıcı yapmış, Ali başgan dalgasında. Olamaz mı? Olabilir.

Işın kılıcı çalma melodisi araması zaten bulanık olan zihnimde görüş mesafesini hepten düşüren bir başka beyhude çaba. Melodili ışın kılıcı diye bişey mi var? Böyle açıyosun ışın kılıcını okul zili gibi çalıyo dilillilliii, haydi jediler okula? Olamaz mı? Bu olmasın mümkünse.

Blogda sahne alan bir başka kahramanımız Dexter Morgan, malum. Dexter ile ilgili aramalar muhtelif ama ben "Dexter tarzı dizi var mı" diye google'a soran adama takıldım. Hayır, onunla eğlenmeyeceğim, zira o yalnız bir adam. Bu soruyu soracak kimsesi olmadığı için bir bilgisayar ekranına soruyor. Seni seviyorum kardeşim, yalnız değilsin, bil ki seni anlayan biri var. Ama Dexter Morgan sözleri diye arama yapan kişiyle iletişim kuramıyorum. Dexter Morgan özlü sözleriyle maruf bir kimse değil, şarkı değil, şarkıcı hiç değil. Ha, altyazı arıyorsan, daha gidecek çok yolun var.

Bunlar nispeten anlaşılabilir şeyler de hamile sexx fallow diye arama yapan kardeş aslında ne arıyor, nasıl bir fantezi dünyasında yaşıyor, google o dünyada bana nasıl bir rol verdi, bilmiyorum, sormaya korkuyorum. Hamile olmadığıma şükrediyorum. Yoksa çekilecek çilemiz varmış. Zira bunun bir de hamileysen ne çıkar versiyonu var, hepten kötü, adam kafaya koymuş halvet olmayı, evlerden ırak.

Kendine güzel nick yapmışsın, blogunun adını pek de karizmatik seçmişsin. Yerler gökler Stardust diye inliyor sanıyorsun değil mi? Değil güzel abicim. İstersen gökten melekler inip takdis etsin adını, Angaralı bir girişimci gelip Stardust diye düğün salonu açıyor iki sokak öteye, bitmekten beter oluyorsun. Kitapçı değil, sinema değil, düğün salonu lan. İsmi Stardust olan bir düğün salonunun çatısı altında, Ankara oyun havaları eşliğinde zil takıp oynayan bıyıklı adamların dramı mı büyük, yoksam benim yıllar yılı yaptığım karizmatik görünme çabalarının çiftetelliye kurban edilmesi mi? Yok anam, hayatın mizahı hepsinden öte, hepsinden yüce. İşte gelin adayı hanımkızımız gelmiş Stardust düğün salonu yorumları arıyor. Bir düğün salonu hakkındaki yorumların ne kadar komplike olabileceğini farkında mısınız? Bak ne diyorum, düğün-kadın-detay-bir defa evleniyorum-herşey mükemmel olmalı-. Bir düğün salonu işletsem haftasına kendimi asarım yemin ediyorum.

Sanırım bir grup ÖSS adayı (benim zamanımda ÖSS'ydi onu adı, şimdi nedir bilemeyeceğim, tenk gad) hayalindeki mesleği arıyor. Ama insan hayalindeki mesleği hayalimdeki meslek ne olmalı diye arıyorsa o eğitim sisteminde problem yok mudur? Hayaller, gereklilik kipleriyle kovalanmamalı. Sonra hayalimdeki mesleği araştırma diye sorgu veriyor insan, üzülüyorum ben.

Meslek demişken, emlakçının meslek özellikleri nedir diye soran arkadaşa böyle puşt gibin, ifne gibin bişey diye cevap vermek istiyorum sevdiceğim.

O değil de en güzel kafa benimki yemin ediyorum. Haydi selametle...

8 Şubat 2011 Salı

SES

Siz hiç bir nota olmak istediniz mi? Herhangi biri belki la, belki sol. Ya da bir ezgi, bir armoni. İnsan olmaktan vazgeçip bir notaya dönüşmek istediniz mi? İnsan olmaktan vazgeçip bir notaya dönüşmek ölümsüzlüğün sırrıdır belki, hiç böyle düşündünüz mü? Dolares Obrian'ın sesi olmak istediniz mi? Ben istedim ve sanırım oldum. Hayır hayır, içtiğim yarım şişe viskinin bu işle hiç ilgisi yok. Bazı şeyler sadece olur, yeterince isterseniz bir sese bile dönüşebilir ve sonsuza kadar uzayda yankılanabilirsiniz. İnsan olmanın zavallılığı karşısında yeterince büyük bir ödül değil mi bu? Varsın sarhoş desinler, varsın ayyaş desinler. Ben oradaydım. Ben bir ses idim zamanı yenen. Oradaydım ve bir ses olarak zamanı yendim. Bu suret gerilerde kaldı, zamanın çok çok ötesinde

6 Şubat 2011 Pazar

ZİYAN-HAKAN GÜNDAY

Kitabı elime aldığımda ne yazarı tanıyordum, ne de tarzı hakkında fikir sahibiydim. Başlangıçta çok da derin bir etki bırakmadığını söylemeliyim. Klasik antimilitarist çizgide ilerleyen bir "asinin" not defteri gibiydi önceleri. Bitmek tükenmek bilmeyen "soğuk" betimlemeleri kışın en sert yüzünü gösterdiği şu günlerde güneş hayali kuran benliğime pek de iyi gelmemiş, hatta sakınmadan söylemek gerekirse sıkmıştı. Meğer bütün bunlar sonrası için bir hazırlıkmış, iyi ki sabretmişim. Kitap hakkında çok şey söylenebilir. Ama söylemeyeceğim. Tadına varmanız için susacağım. Yalnızca şu satırları paylaşmak isterim:

"Her zihne tek bilgi gerek sevgilim. Sen, benimsin. Seni bildiğim için varım. Midem hayattan ne kadar bulanıyorsa, sana o kadar aşığım. Seni dünya kadar seviyorum, demeliyim, çünkü seni dünyadan nefret ettiğim kadar seviyorum. Aramızda kaç meridyen var, bilmiyorum, ama bana tutun, geliyorum...

O sıcak sabahın soğuk sokağında gözkapaklarını nasıl indirdiğini hatırlıyorum. Bir serçeye benzeyen uykun kaçmasın diye, sevgilim. Ardından mahmur gözlerle bakma diye. Sen uyu Yonina, ben geleceğim. Geleceğin kendisiyim."