26 Ekim 2009 Pazartesi

INGLOURİOUS BASTERDS


Sonunda yakın tarihli bir film izleme şansına nail oldum ve tercihimi Tarantino'dan yana kullandım. Ama sonuçtan çok memnum kaldığımı söyleyemeyeceğim. Belki uzun süredir beklenti içinde olmam çıtayı yüksek tutmama sebep olmuştur, bilemiyorum.


İzlenimlere geçersek (Türk Sanat Müziği ezgisiyle;benim de izlenimlerim var, ben de insanım) Brad Pitt gibi yıldızların ötesinde bir isme yer veren filmde Christoph Waltz (Hans Landa) tüm diğer oyuncuları geride bırakarak süperstar performansı sergilemiş. Tek başına bu adamın oyunculuğu için bile izlenebilir film aslında. Hemen filminde başında yer alan, insanda çığlık atıp kaçma hissi uyandıran sorgulama sahnesi ve daha sonra sinema sahibi kızla (ki o kızın ilk sahneyle bağı var) aralarında yaşanan insanı kremadan tiksindiren küçük sohbet gerçekten muazzamdı.


Şu gönderme lafından tiksiniyorum ama (tiksiniyorum zira öyle garip gönderme yorumları okuyorum ki bazen, eminim yönetmenin kafasından o gönderme yapıldığı iddia edilen film geçmiyordur ama gönderme yapıldığını iddia eden arkadaşın engin sinema bilgisi über alles) bar sahnesi ve sonrasında ortalığı toza dumana katan silahlar feci halde Rezervuar Köpekleri'ni andırıyordu. Yine yangın sahnesindeki sinema perdesi şahane bir görseldi kanımca.


Tek tek sahneler bir yana filmin bütününü değerlendirecek olursak; Yahudi avcılığına soyunan Nazilerin karşısına Nazi avcılığına soyunan Amerikan Yahudilerini dikmek, bir yerden sonra kimin soykırım suçlusu, kimin masum olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratıyor. Ölen Nazilerin kafa derilerini yüzmek, konuşmayan Nazileri beyzbol sopasıyla öldürmek, bir şekilde hayatta kalanları savaştan sonra üniformalarını çıkarma ihtimalini düşünerek "damgalamak" bugüne kadar bize öğretilen mazlum Yahudi-zalim Nazi imajının çok dışında bir yerde duruyor. Açıkçası bu farklılığı nasıl konumlandırmak gerektiği konusunda net bir cevabım yok.


Tarantino: "filmin başından beri sana Nazilerin ne kadar kötü olduğunu anlattım, onlardan nefret ettin ve bak şimdi onların kafa derilerini yüzüyorum, sen de bundan zevk alıyorsun, öyleyse nefret ettiğinde Naziler'den ne farkın var mı diyor" yoksa bu sadece Tarantino'nun Yahudi intikam fantezisi mi? Filmde Hitler'in bile öldüğünü hesaba katarsak bu ihtimal de hiç öyle uzak durmuyor.


Filmde gerçekten iyi oyunculuklar, güzel sahneler ve ucu (en azından benim için) açık bırakılmış sorular var ama toplamda iyi bir film midir ondan emin değilim. Belki bir kez daha izleyince daha net birşeyler çıkar ortaya. Şimdilik Tarantino yine yapacağını yapmış diyelim.




DEMEK YİNE SANA HÜSRAN VAR

Geleneksel Kadıköy Şenlikleri kapsamında Saraçoğlu'nda konuk olarak ağırladığımız Galatasaray, 10 yıldır olduğu gibi bugün de arkasına baka baka evine dönüyor. Akılcı oyun, korakor mücadele, psikolojik üstünlük bir araya gelince seri 10 maça ve 10 yıla çıktı.

Maç öncesi yaşanan ufak çaplı kavgadan sonra işlerin geçen seneki gibi çığrından çıkacağı korkusunu yaşadım ama maç futbolcuların arasındaki bireysel sürtüşmeler dışında daha sakin geçti.Bu arada kaptanlık bandı Arda'ya yakışmıyor.

Geçen seneki kavgada zaten sicilini bozmuş olan Arda yine aynı yalancı pehlivan tavırları, yine o sokak arası kabadayı hareketleriyle iş başındaydı. Baroni'nin hareketi tasvip edilemez ama Arda'nın Baroni'ye "adam ol" diye seslenmesinde de zeka aranamaz. TRT'de Mehmet Demirkol "bu Kurtlar Vadisi" jargonudur dedi ama işin doğrusu bu Fatih Terim jargonudur.
Ya da belki ülke günden güne lümpenleştiğine göre yeni kuşagın temsilcilerinden birinin "adam ol, akıllı ol, aklını alırım" diye konuşmasını garipsememek lazım.

16 Ekim 2009 Cuma

BENİM OYUNLARIM VARDI BÖLÜM 2

Evet, ne diyorduk, Heroes 3... Hayatımın uzun bir dönemini bu oyunu oynayarak geçirdiğimi ve oynadığım her andan zevk aldığımı söyleyebilirim. Multiplayer oynama seçeneğinin de olması aldığım zevki artıran etkenlerin başında gelir. Nice geceler başında sabahladığımı, uykusuz işe ya da okula gittiğimi söylemek bugün bile tadı damağımda kalan öğrenci evi hatıralarını canlandırıyor.

Bu oyunun zehrini önce bana, sonra tüm arkadaşlarıma zerk eden Özgür'ün tek marifeti Heroes değildi. Oyunun başından kalkmamızı fırsat bildiği anlarda, genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde, bilgisayarın başına geçer böyle tıkır tıkır, sessiz sessiz oyun oynamaya başlardı. Oynadığı oyunlardaki karakterler ya da yaratıklar Heroes'dakine benzerdi ama oyunun mantığı tamamen farklıydı. Bir kere oyun, fps'lere benziyordu. Yani kendi karakterlerimizi ancak inventory denen pencereyi açtığımızda görebiliyorduk, oyun içinde sadece altta yan yana sıralanmış dört karakterin kafaları vardı. Tabi bu karakterlerin fps'lerdeki düz karakterlerin yanında büyü yapma gibi özelliklerinin olduğunu söylemek lazım.

İşte böyle bir oyundu saatlerce oynadığı. Öyle boş gözlerle izliyor, bir an önce bilgisayarın başından kalkması için dua ediyordum. "Öf be kardeşim ne anlıyorsun bu oyundan" o dönemdeki en popüler sloganımdı. Tabi bu nafile co-pilotluk sonsuza kadar sürmedi. Yine Özgür'ün teşvikiyle direksiyona ben geçmeye başladım ve önümde yepyeni bir dünyanın yattığını fark ettim: Might and Magic VI


İzninizle şu tespitte bulunmak isterim; Bir insanı en çok saran oyun, başlangıçta zoraki oynadığı oyundur.

Bu altın kural MM6 için de değişmedi. Oyunun enstrümental müzik yerine rahatlıkla dinlenebilecek huzur veren müzikleri eşliğindeki büyülü atmosferi kısa zamanda hayal dünyamı ele geçirdi. Elimdeki CD'nin yaşlandıkça yüzü kırışan bir adam gibi kırışması, CD Rom'un istifa etmesi, savelerin bir şekilde uçması, öğrencilik dönemine hakim olan sayısız taşınma oynama süremi istemsiz olarak artırsa da MM6'da her zaman kişisel TOP 10'da yer bulmuştur. Bu arada bir zamanlar Karanfil Sokak'ta faal olduğunu öğrendiğim ve Oyun Hileleri isminde enfes bir bir çalışma yayınlayan Okan Bilgisayar'ı anmadan geçmek olmaz. "Ulan oyun oyun dedin hile mi yapıyordun" demeyin. Okan Bilgisayar, MM6 için gizli bölümleri deşifre etmişti. Normal bir oyuncunun yıllar geçse bile bulma imkanın son derece kısıtlı olduğu bazı bölümlere giden ipuçlarını önüme sermişti. Bugün bile kendilerini minnettarlıkla anıyorum: İşte bazı MM6 resimleri;














Çok zaman geçti üstünden o yüzden tam olarak isimleri hatırlamıyorum. Ama birinci resim bir piramidin içinde ve Mısırlı tipleri de piramidin koruyucuları. İkinci resim CD'nin kapağı, hala new butonuna basasım var. Sonuncusu da inventory dediğimiz, malzemeleri ve donanımızı görebildiğimiz bölüm. Baba acayip altın yapmış:)

Bu arada oyunun müziklerinin güzelliği konusunda şaka yapmıyorum:




15 Ekim 2009 Perşembe

VOL 3



Neden bu şarkıyı dinlerken kızımı düşünüp herkesin içinde ağlıyorum? Yaşlanmak böyle birşey sanırım.

Doğum günün kutlu olsun güzel kızım.

13 Ekim 2009 Salı

TANRI'NIN PALERMOSU



Onu neden seviyorsun diyorlar. Yedek kulübesinde oturan, beraber tribün yapabileceğin taraftar-teknik direktör sevilmez mi?

6 Ekim 2009 Salı

BENİM OYUNLARIM VARDI BÖLÜM 1

Memur çocuğu edebiyatı yapmak gibi olmasın ama küçükken pek öyle teknolojik alt yapımız yoktu. Yani, bizimkiler öyle teknolojiye yatırım yapan insanlar değillerdi. Hoş, doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim yıllar itibariyle yatırım yapacak pek bir teknoloji de yoktu esasında. Bu yüzden çocukluğum daha hayal gücüne ve bedensel efora dayalı oyunların eşliğinde geçti. Kısacası bilgisayar henüz evlerimize girmemişti.

Çocukluk arkadaşlarımdan birinin Armstrad bilgisayarı vardı ama. (Korkma 80'ler, 90'lar geyiğine girmeyeceğim, ben de en az senin kadar ikrah ettim) Oynadığım ilk bilgisayar oyunu adından da anlaşalcağı üzere ikiye iki oynanan Two On Two Basketball isimli bir oyundu. Bendeniz bilgisayar oyunlarıyla yeni tanıştığım için hareket kabiliyetinden yoksun bir dana olarak potanın sağında, üçlük çizgisinin arkasında bir yer seçer arkadaşın topu sürüp bana vermesini beklerdim. Sonra da gelen topu potaya gönderirdim. Oyun bundan ibaretti. Savunma kısmında ne yaptığımızı inan olsun hatırlamıyorum. Arkadaşın (arkadaşın bir ismi var tabi; Kaan, naber len Kaan) dediğine göre gelmiş geçmiş en iyi üçlükçüymüşüm. Eheeh, böyle de bir ünvanım var. Şimdi şöyle bir bakındım ama oyun çok eski olunca oyun içi görüntü bulmak mümkün olmadı.

Sonrasında bilgisayar oyunlarıyla arama uzun uzun seneler girdi. Ta ki üniversiteye kadar. Nasıl oldu, nereden geldi bilmiyorum ama evimizde bir bilgisayar vardı. Tam olarak şahsıma ait olmasa da benim de sömürebileceğim sevimli mi sevimli bir kocakafa. Günlerden bir gün, nasıl olduğunu, nereden geldiğini dün gibi hatırladığım bir oyun geldi evimize (Naber len Özgür?) Heroes of Might And Magic (buraya kadar bir şey yok, oyunu pek çok kişi biliyor, ama şimdi sıkı durun) 2, evet, Heroes 2. O güne kadar bilgisayar oyunlarıyla ilişkisi dandik bir basketbol oyununda üçlük atan siyah adama can vermek olan ben, hayallerimin oyununa kavuşmuştum. Warlocklar, Knight'lar, Barbarlar derken hayalini kurduğum büyülü dünya karşımdaki ekrandaydı artık. Önce üretim araçlarına sahip olmak için taktik çözümlemeler yapıyor, üretim araçlarına sahip olduktan sonra ürettiğim artı değeri askeri yatırımlara dönüştürüyordum. (Yo, yo, hayal ettiğim bu değildi, bu zaten gerçek you know)Mutluydum, saatler boyunca başından kalkmadan, sıkılmadan oynayabileceğim bir oyunum vardı. O meşum bayram tatiline kadar..... Bayram tatilinde sırf bu oyunu oynamak için memleketine gitmeyen bir arkadaş bilgisayarımızı üstüne kola dökmek suretiyle imha etmişti. Aydın'da geçen sıkıcı bir bayram tatilinden dönüşte bilgisayarın başına geçip bir parti oyun oynamak için düğmeye bastığımda hain saldırının sonuçlarıyla karşılaşmıştık.(Naber len Baran?) Hepimiz için tam bir yıkımdı. O günlerden geriye şöyle bir şeyler kalmış:



Şunların güzelliğine bak, Knightlar Elflerle savaşıyor. (Elf derken, bizim o kaleye verdiğimiz isim Elf Kalesiydi, yoksa ben de görüyorum Dwarf'ın baltasını)

Sonra araya yine uzun zaman girdi. Ev arkadaşlarımın da bilgisayarla ilişkisi benimkine benzediğinden elinden şekeri alınmış gibi çocuklar gibi mutsuzduk. Bilgisayarsız daha doğrusu oyunsuz geçen günler sıkıcıydı. Ama mutlu günler yakındı, evimize yeni bir bilgisayar gelmişti ve Heroes'ün 3.cüsü çıkmıştı. Ahahha, Campaing senin, expansion senin derken bizim okul falan uzamıştı. İmotep imotep diye dolanan zombi Mısırlılara dönmüştük her birimiz. Bu seferki daha uzun sürmüştü hem, bilgisayarımızı mesşrubatlı ortamlardan uzak tutmayı başarmıştık. Oyunun mantığı yine aynıydı. Kaynaklara sahip ol, sahip olduğun kaynaklar vasıtasıyla kalelerini ve ordunu güçlendir, diğerlerini yok et. Öyle grafikler şöyle, yapay zeka böyle falan diye ahkam kesecek değilim, ben anlamam o işlerden. Gözüme görünen güzel mi ona bakarım, oynanabililiyor mu oyun, saçma sapan uygulamalarla karşılaşıyor muyum benim için önemli olan o. Değerlendirmelerim bu kadar basit olunca oyun da bir o kadar aşmış oluyor ve huzurlarınızda Heroes 3 :




Şu ortada görünen kanatlı tip Archangel. Oyundaki en kuvvetli karakter, resurrection özelliği var. Heroes 2'den sonra Heroes 3 çölde bir vaha gibiydi. (Naber len Ertem?)

5 Ekim 2009 Pazartesi

VOL 2

Dayanamıyorum, vallahi dayanamıyorum, üstüme üstüme geliyor insanlar. Böyle zamanlarda bir adet ışın kılıcım olsun, o da olmadı Hattori Hanzo kılıcım olsun istiyorum. "Hani büklüm büklüm boynundaaaa" ahahah. Dur dur, bu Hattori Hanzo kılıcı ile ilgili bir fantazim var, bir ara anlatırım. Neyse, canım sıkıldı şu saat itibariyle, o yüzden neşelenecek bir şeyler lazım:

Yine böyle bir gün evde oturmuş kanepe ile bütünleşmenin yollarını ararken öylesine güzel, öylesine güçlü, öylesine benim olan bir klip çıkmıştı karşıma, bütün bir günüm, gecem bu şarkıyla geçmişti. Aslında şarkıya daha önce de yer vermiştim blogda ama o dönem video olayını keşfetmediğim döneme dek geldiği için yalnızca bir adet resim ve şarkı sözleri ile yetinmiştim. Şimdi, tadını çıkarma zamanı; Sonny J : Handsfree (If You Hold My Hand)